Adalet ve Siyaset: Türkiye’de Dışlanmanın ve Cezaevinin Gerçekleşen Yüzü
Türkiye’nin siyasi manzarasında yaşanan olaylar, adalet anlayışının derin çatlaklar içerdiğini gözler önüne seriyor.
Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğu ve Ekrem İmamoğlu’nun “terörist” ilan edilmesi, sadece bireylerin yaşamlarını değil, aynı zamanda daha geniş bir toplumsal adalet anlayışını da sorgulatmaktadır.
Bu durum, hukukun üstünlüğü ve demokrasi açısından kaygı verici bir tablo çizmektedir.
Bir siyasi figür olarak Selahattin Demirtaş, HDP’nin eski eş genel başkanı olarak, Türkiye’nin siyasi mozağında önemli bir yere sahipti.
Onun tutukluluğu, insan hakları savunucuları ve birçok sivil toplum kuruluşu tarafından geniş bir şekilde eleştirildi. Bu eleştirinin arka planında, hükümetin muhalefete yönelik artan baskısı yatıyordu.
Ancak Demirtaş’a sessiz kalanların, bugün aynı adaletsizliklerden yakınmaları, Türkiye Cumhuriyeti’nin karmaşık siyasi tarihinde bir başka çarpıcı gerçektir.
Bu durum, adaletin yalnızca belirli bir kesime yönelik olmadığını, tüm toplumu etkileyen bir mesele olduğunu da göstermektedir.
Öte yandan, Abdullah Öcalan’ın PKK’ya yönelik zaman zaman yaptığı açıklamalar ile mevcut hükümetin iktidarını sürdürmesi arasındaki derin çelişkiler, Türkiye’nin siyasi dinamiklerinin ne denli karmaşık olduğunu bir kere daha ortaya koyuyor.
Hükümetin, muhalefeti sindirmek için kullandığı yöntemler arasında yer alan bu çifte standart, çeşitli eleştiriler almaktadır.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklama süreci, Türkiye'deki yönetim anlayışının muhalefete karşı yaklaşımının bir başka örneği olarak dikkat çekiyor.
Ekrem İmamoğlu’nun durumu, seçmenin iradesinin hiçe sayılması olarak değerlendiriliyor.
İstanbul halkının ezici çoğunluğunun oyu ile seçilen bir kişinin “terörist” damgasıyla karalanması, demokrasinin temellerine ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
Bu, sadece bir bireyin değil, seçilmiş bir temsilcinin de çağdaş demokrasinin gerekliliklerinden uzak tutulduğu anlamına geliyor.
Türkiye’de adil bir seçim ve siyasi katılım anlayışının ne denli önemli olduğunu unutmamak gerekiyor.
Recep Tayyip Erdoğan ve hükümetinin, kendilerine tehlike olarak gördükleri bireyleri harcamaya devam etmeleri, Türkiye’nin siyasi ikliminin ne denli gergin olduğunu ortaya koyuyor.
Bu da sokaktaki vatandaşın güvenlik ve özgürlük anlayışını derinden etkiliyor.
Sonuç olarak, yalnızca iktidar bağımsızlığı değil, aynı zamanda adalet ve insan haklarının korunması da toplumsal bir talep haline gelmeli.
Türkiye’de yaşanan bu adaletsizlikler, sadece muhalefet için değil, aynı zamanda demokrasi ve hukuk devleti için kırmızı alarm durumunu ifade ediyor.
Her vatandaş, adaletin sadece kendisi için değil, herkes için tesis edilmesi gerektiğini bilmeli.
Unutulmaması gereken asıl gerçek, adaletin bir gün herkes için geçerli olacağıdır.
Toplum, bu adalet talebini yükseltmeli ve hukukun üstünlüğünü savunarak, daha demokratik bir gelecek için mücadele etmelidir.
YAZIYA YORUM KAT