“İki Kişilik Hırgür”de anlatılan senin hikayen
Komedi yönü güçlü absürt türdeki oyun, savaşa yabancılaşmış, konforlu kabuğuna çekilmiş bir çiftin, yitirilen anlam içinde ‘birbirlerine karşı verdikleri savaşı’ anlatıyor
Murat OBENLER
Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun yeni oyunu “İki Kişilik Hırgür”le ilgili oyunun yönetmeni Nehir Demirel ile oyuncular Hatice Tezcan ve Osman Ateş ile oyun üzerine konuştuk.
Komedi yönü güçlü absürt türdeki oyun, burunlarının ucuna kadar gelmiş olan savaşa yabancılaşmış, konforlu kabuğuna çekilmiş bir çiftin, yitirilen anlam içinde ‘birbirlerine karşı verdikleri savaşı’ anlatıyor.
Ionesco’nun ‘İki Kişilik Hırgür’ oyunu, yazıldığı zamanda biçim olarak da içerik olarak da absürt olarak değerlendirildi.
Var olan düzen, insanların birlik olmalarını, birlikte olmalarını değil, bireysel kurtuluşun en doğru yaşam biçimi olduğu fikrini destekliyor.
SORU: İki hayvan Salyangoz ve Kaplumbağa. Bu hayvanları diğerlerinden ayıran bazı özellikler var. nedir bunlar?
HATİCE: Ben bu iki hayvanın seçilmesini çok anlamlı buluyorum. İkisi de evleri sırtında yaşayan, bireysel hayvanlar. İnsanlar gibi değiller. Bizler korktuğumuzda birbirimize yaklaşırız, aynı çatı altında buluşuruz, savaştaysa sığınakta, yağmur yağıyorsa bir mekanda veya mutluysak evimizde ama bu hayvancıklar tamamen yalnızlar ve bu gösterge çok önemli.
SORU: Bu iki hayvan aslında korktuklarında veya bir tehlike anında kabuklarına çekilen hayvanlar. Tıpkı bu oyundaki adam ve kadın gibi.
OSMAN: Kabuğuna çekilme meselesi aslında Bana dokunmayan bin yaşasın” cümlesini anımsatır. Hepimiz dünyada olan savaşlara, yıkımlara, acılara çok duyarsız hale geldik. Tehlike bana gelirse ben geri çekilirim. Bu oyundaki gibi konforlu evime çekilirim ve gerekirse hiç de dışarı çıkmam. Dışarıda ne olursa olsun. Bence bu iki insan dünyadaki tüm insanları temsil ediyor. Yazar Eugene’ye göre “Dışarıda hiçbir şey yokmuş” cümlesi üzerinden hareket edildi.
HATİCE: Savaş/tehlike burnumuzun dibine kadar geldi ama onu görmezden gelerek gündelik başka şeylerin peşine düşüyoruz. El ele vererek bir şeyleri başarabilecekken görmezden gelmeyi seçmek.
OSMAN: Aslında aymaz değiller ama tercih olarak eylemsiz kalmayı ve kendi kabuğuna çekilmeyi seçiyorsun. O tehlike sana ulaşacak alandan uzak durduğu sürece sıkıntı yoktur ve kendi kabuğunda yaşamayı sürdürürsün. Ta ki o tehlike gelsin ve senin kabuğunu da kaldırsın ve çırılçıplak kalasın.
SORU: Aslında dışarıda çok kötü şeyler oluyor. Bu iki insan bu kötü ortama gitmek istemiyorlar…
HATİCE: Bunlar anti-kahramanlardır. Seyirci aslında bu karakterlere sempati duymuyor. Dışarıda yaşananlar kötü ama onları yaşadığı ve inkar ettikleri şey daha kötü. Kaplumbağa-salyangoz tartışması oyun boyunca sürüyor ve son sahne ise sümüklü böcek. Kabukları kalkınca kral çıplak oluyor.
SORU: Yani son sahne başka bir perdenin ilk sahnesi de olabilir...
OSMAN: Sanki bile isteye tercih ediyoruz dışarıda olana yabancılaşma durumunu. Kendi kabuğumuz, iç dünyamız içinde kendimizle kavga ederek bir süre sonra dışarıyı tamamen unutabiliyoruz. Bu yabancılaşma durumu kişinin yaşamının realitesi haline dönüyor. Aslında Ionesco’nun da yaratmaya çalıştığı mesele budur. İki tane benzemeyenin bir arada olması durumu ve içeride de bir savaş olması hali.
SORU: 17 yıl bir evde pişmanlıklarla dolu, tuhaflıklarla dolu yaşanan bir hayat. Bu inanılmaz bir durumun ortaya çıkmasını sağlıyor...
OSMAN: İşte tuhaflık, absürtlük de oradan geliyor. Yönetmenimiz Nehir Demirel’in de eline sağlık. Bu durumu seyircinin çok rahat anlayabileceği temiz bir şekilde rejiye yerleştirdiğini düşünüyorum.
HATİCE: Absürt tiyatroda zaten gerçeğin başka türlü halini seyirciye gösterirsiniz. Seyirci bazen gülüyor bazen de rahatsız oluyor ve “Hah biz de böyleyiz aslında” diyebiliyor. Tiyatro burada görevini yapıyor ve seyircinin kendine itiraf edemediği şeyi, ayna karşısında kendine söyleyemediği şeyi tiyatro vasıtasıyla bu sahneden söylüyor.
SORU: Tarafsız bir bölgede uzun yıllar bir evde izole bir yaşam sürmek bizim toplumumuzun yaşadıklarıyla da büyük benzerlikler taşıyor...
HATİCE: Bu oyun II. Dünya Savaşı’ndan sonra 1950’lerde yazıldı. Aradan 75 yıl geçmiş ve dışarıdan gelen kişiler dışında metne bir müdahalemiz yok. II. Dünya Savaşı’nın ardından geleceği haber eden bir oyun gibi gösterildi ama biz bunları yaşadık bitirdik tükettik. Biz kıyılarımıza göçmenler vurduğunda ertesi gün o sahilde gidip bira içip denize girdik. Görmezden geldik zaten. Ionesco “Bunlar olacak” diyordu ve biz 2018’de “Bunlar oldu” diyoruz.
OSMAN: O zaman tuhaf diye nitelenen bu metin bugünün dünyasında anlaşılabilir metinler olabiliyor. Coğrafya olarak zaten o ateşli/tehlikeli bölgeye çok yakınız ve uzak durmamız neredeyse olasılık dışı ama biz kabuğumuzun içinde yaşamayı tercih ediyoruz. Başımızı dışarı dahi çıkarmıyoruz.
HATİCE: Ben evin dışında olan çılgınlıkları sadece savaş diye de algılamıyorum. Bugün internet çılgınlığı, online oynanan garip garip oyunlar da çok büyük bir tehlike ve burnumuzun dibinde olmasına rağmen buna da müdahale edemiyoruz. Sayısız olumsuz duruma sırtımızı çevirip yaşıyoruz. Seyirci için de oyuncu için de bu aynı. Oyuncu kendini dışarıda tutmuyor yani.
SORU: Uyumsuzluğa rağmen 17 yıl geçiriyorlar. Bu da çok tuhaf değil mi?
HATİCE: Eylemsizlikten işte evi terk edemiyor. İstemediği hayatı bırakacak cesareti bile yok.
SORU: Oyundaki iki kişi arasındaki iletişim(sizlik)e işaret dili de dahil oluyor...
HATİCE: Kadın adama her türlü dili kullanarak anlatmaya çalışıyor ama adam anlamamakta ısrar ediyor.
OSMAN: Zaten bu birbirini anlamama hali tüm oyun boyunca sürüyor. Önce salyangoz ve kaplumbağanın aynı soydan gelen iki hayvan olduğunu iddia eden kadına karşı farklı olduğunu savunan adam var. Sonra geçmişiyle ilgili tartışma çıkıyor. Kadın “Beni ayartıp kocamdan ayırdın” deyip adamı ırz düşmanlığıyla suçluyor ama adam bunu kabul etmiyor.
SORU: Oyunda neredeyse her sahnede şiddet (savaştan sözlü şiddete kadar) var.
OSMAN: Dışarıda ayrı savaş ev içinde ayrı savaş var. Yani sona doğru “Savaş bitti, barış geldi ve üst kata bir giyotin kurdular, adalet dağıtacaklar” diyor. İnsanın özü değişmiyor yani değişen biçimdir.
SORU: Oyuna nasıl çalıştınız, ne kadar sürdü, neler yaşadınız bu süreçte?
HATİCE: 6-7 hafta sürdü. Biz Nehir ile birbirimizin dilini bilen kişileriz. Çok yakın olduğumuz için provalar çok iyi geçti. Yönetmen için sahnede bir şey devam ederken girdi-çıktı yapmak, kuliste bunu takip etmek çok zordur. Tek bir günde o arka taraf halledildi.
OSMAN: Çok rahat ve keyifli bir prova süreci oldu. Bütün arkadaşlar oyunu severek çalıştı. Üçümüz de aynı okuldan gelmeyiz (Bilkent Üniversitesi)
HATİCE: Müthiş uyumumuz ondandır zaten.
SORU: II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan absürt tiyatro ve günümüzde LBT'de bu akımın bir örneği sahnede. Bu akımın bir örneğini tercih etme sebeplerine biraz değinebilir miyiz?
NEHİR: Ionesco’nun ‘İki Kişilik Hırgür’ oyunu, yazıldığı zamanda biçim olarak da içerik olarak da absürt olarak değerlendirilirken, metni bugün okuduğumuzda absürt artık neredeyse gerçek olmuştur. Metinden hiçbir şey eksiltmeden sahneliyoruz oyunu ve neredeyse abartı bile yok. Dolayısıyla absürtün bugün gerçek olması, bu akımdan bir metin seçmemdeki temel sebeptir. İnsanlığın geldiği noktayı çok iyi anlatıyor. Türler farklı da olsa aslında, hepsi evrensel konuları ele alır, sadece ele alış biçimi değişir. Konusu itibariyle bize hiç de yabancı olmayan -hele de yaşadığımız coğrafyanın gündemiyle tam olarak örtüştüğünü göz önüne alırsak- bu metni seçtikten sonra yapmam gereken tek şey, “kendi seyircime bu absürt örneğini tertemiz nasıl aktarabilirim?” sorusunun cevabını bulmaktı.
Sahnede izlediğimiz ikilinin hayatıyla, dış dünyada olanı somut anlamda bir araya getirip trajikomik olanı belirgin hale getirmeye çalıştım. Bu da bu metni çok daha anlaşılır kıldı. Farklı üslupları seyirciyle buluşturmak ve seyircimize yeni bakış açıları sunmak bir repertuar tiyatrosu olarak bizlerin görevidir ayrıca. Şahsen de, absürt tiyatro yazarlarının felsefelerini, dünyaya/insana bakış açılarını kendime çok yakın bulurum.“İki Kişilik Hırgür” metnini de okul yıllarımdan beri bir kenarda bekletiyordum ve tam da zamanı gelince ortaya çıkarmanın doğru olduğunu düşündüm.
“Elimizdekini kaybetmemek adına eyleme geçmiyoruz”
SORU: Sözde davranışlar artık had safhada. Oyun bunların sebeplerine inerken sistemsel toplumsal ailesel ve bireysel bazda çıkarımlarda bulunuyor. Biraz bu sebep-sonuç ilişkilerini sizden dinleyebilir miyiz?
NEHİR: Tam da sözde davranışlardan bahsetmişken, büyük tiyatro kadını Sevda Şener’in ‘Tiyatroda Yaşam-Oyun İlişkisi’ adlı kitabından alıntı yapıp, Ionesco’yu daha iyi tanıyalım: “Uyumsuz/Absürt tiyatro akımının önde gelen oyun yazarlarından Ionesco’nun (1912-1994), saçmalığı, günümüz toplumunda yaşanan iletişimsizlik ve yabancılaşmayla açıkladığını görürüz.
Ionesco bu ortamda yaşatılmaya çalışılan sözde mutluluğa, sözde sevgiye, sözde anlaşmaya gülümseyerek yaklaşır. Korkutucu olduğu ölçüde güldürücü durumlar kurgulayarak gerçeklerden kopmuşluğumuzu yüzümüze vurur.” Gün geçtikçe dünyada yaşanan vahşeti kanıksıyoruz. Yeni nesillere her şey daha da normal geliyor. Şahsen başımıza bir şey gelmedikçe, olup biten hiç olmuyormuş gibi davranmayı seçiyoruz. Oysa içten içe, bir şeylerin ters gittiğini hissediyor fakat elimizdekini kaybetmemek adına eyleme geçmiyoruz. İnsan bir yerde kendine yabancılaşıyor. Dipteki gerçek olan hissiyatla, davranışlarımız birbirini tutmadığında ise, ortaya ‘sözde’ olan çıkıyor.
SORU: Tarafsız bölgede 17 yıl birbirine mecbur olarak yaşamak zorunda kalmak bana biraz günümüz evliliklerini hatırlattı. İnsanlar "mutlu" olma idealiyle bir yolculuğa çıkıyor ama... Biz olabilme duygusunu artık tamamen unutmak mı lazım?
NEHİR: Var olan düzen, insanların birlik olmalarını, birlikte olmalarını değil, bireysel kurtuluşun en doğru yaşam biçimi olduğu fikrini desteklemektedir. Sistemin tüm araçları, bizim şahsi egolarımıza, içgüdülerimize ve sahip olma arzumuza yönelik çalışmaktadır. Bir sevgiden daha değerli kılınmış olan madde karşısındaki çaresiz tapınma halidir yaşadığımız. Dolayısıyla, bizi çevreleyen her şey bir birliktelikten daha güçlüdür artık. Bunu aşıp geçmek yerine kabullenmeyi seçtiğimizde de, bencil, ‘her şey’e sahip, yalnız bireyler oluyoruz. Etrafımızda bu duvarlar varken, birbirimize ancak ‘tahammül’ edebiliyoruz. Mutsuz bireylerin mutlu ilişkiler kurabileceğini düşünen var mı ki?
Hele de bu oyunda, dışarıda savaş varken –ki bu uç bir örnektir gündelik yaşam için- sana dokunmadığı sürece ondan uzak kalma çabası insanlar olarak içimizde derin bir uçurum açmakta, içimizdeki çatışmayı büyütmektedir. Görüyorum ama görmezden gelmeyi seçiyorum. O zaman içimdeki çatışma büyüyecek, etrafıma yayılacak ve en sonunda gelip beni de yok edecek. Kabuğa çekilmeyi seçip, insanlıktan çıkıp karşıdakini yok etmeye çalışmak, bugünün bireyinin/toplumunun esas davranış biçimidir artık. Bu bir çeşit var olma biçimidir.
Ayrıca bir ilişkiye tutunma çabası, anlamsız olanın içinde anlam arama çabasının yöntemlerinden biridir. Zihni ve kalbi konforlu somut alanda tutmaya çalışmak, hayata mantıklı izahatlar getirme çabası boşunadır.
Dolayısıyla ‘yapıntı bir avuntu’, anlamsızlığın karşısındaki çaresizliğimizin içinde ne kadar gerçek, ne kadar bize ait olabilir ki?
SORU: Salyangoz mu olmak zor kaplumbağa mı yoksa kardeşçe bir ormanı paylaşmak mı zor?
NEHİR: Kabuğuna çekilen bir sürüngen olmak! Bugün yaşanan budur zaten. “Ha salyangoz ha kaplumbağa, ikisi de bir”. Bu bencillikle değil kardeşçe orman paylaşmak, dünyayı yok etmek birinci vazifemiz gibi duruyor.
SORU: Aklın egemen olduğu insanca bir düzen için bu oyun neler söylüyor?
NEHİR: İçgüdünün egemen olduğu, hayvanca bir düzen için birçok şey söylüyor aslında bu oyun. Biz insanlar, kendi konforlu ve korunaklı sandığımız kabuklar içinde yaşar ve dışarıdan gelen tehdidi görmezden gelip, hiçbir şey olmuyormuş gibi hayatlarımızı sürdürmeyi seçeriz. Burnumuzun ucuna kadar gelmiş ve hatta aklımızın içine yerleşmiş vahşeti, sadece izlemek ve eyleme geçmemek, dışarıdaki tehdidi besler. O tehdit büyüdükçe güçlenecek ve günü geldiğinde bizi de yok edecektir. Görmezden geldikçe artık göremez hale gelir insan ve aklını, amacını, hayalini yitirir. Geçmişi, şimdiyi ve geleceği de.
HABERE YORUM KAT