Sağduyuyu Sol da duyabilir
Aslında ben şimdiki hükûmetimiz ilk kurulduğunda iyimser olmaya ve kabineye ön yargıyla değil de sempatiyle yaklaşmaya çalışıyordum. Her ne kadar Halkın Partisinin önceki kabineyi bozarken ki yol haritasını beğenmesem de her ne kadar Ulusal Birlik Partisinin önceki yıllarda kurduğu hükûmetlerin icraatlarını onaylamasam da beklemek ve olacakları görüp yorum yapmak istiyordum. UBP’deki yönetim değişikliğinden dolayı işlerin eskisi gibi olmayacağına ve 4 yerine 2 partili bir kabineye sahip olmanın işleri kolaylaştıracağına inanmak istiyordum belki de. Hatta arkadaşlarım da bu tutumuma anlam vermekte güçlük çekiyordu. Soyadımın da elbet bunda bir etkisi var tabii! Öyle ki politika konuştuğumuzda âdeta hükûmeti savunan kişi pozisyonunda olduğum zamanlar bile oldu. Fakat özellikle Yaşar Ersoy’un oyununun “uygunsuz” olmasından dolayı sansürlenmesi gibi bir takım olay ardı sıra geldi, benim de hükûmete dair umutlarım birer birer söndü… Bu olayların en yenisi, hükûmet kanadının, özellikle de Ulusal Birlik Partisinin, Cumhurbaşkanı Akıncı’ya verdiği orantılı olmayan tepkilerden, en çok da sonuncusundan bahsetmek istiyorum bu yazıda.
Sayın Akıncı sadece barışın önemine ve gerekliliğine vurgu yapan ve daha fazla insanın hayatlarından olmaması temennisinde bulunduğu bir açıklama yapmıştır.[1] Cumhurbaşkanı olduğundan beri ve bundan öncesinde de kullandığı üsluptan çok da farklı bir üslup kullanmadı Akıncı aslında. Akıncı’nın bu açıklamasına katılmayabilirsiniz. Fakat bu açıklamaya katılmamanız Akıncı’nın bu toplumun seçilmiş cumhurbaşkanı olduğunu değiştirmez veya size Akıncı’nın koltuğunun meşruiyetini sorgulama hakkını tanımaz. Nisanda Akıncı’ya karşı aday olup galip gelmediğiniz sürece “Akıncı artık bizi temsil etmiyor.” tarzı söylemler sadece Akıncı’ya değil, hem makamına, hem de Kıbrıs Türk halkına saygısızlıktır.
Bütün bunları, ve karşıt yorumları birkaç haftadır okuyoruz, duyuyoruz aslında. Bu konuyla sizi tekrar sıkma ihtiyacımın sebebi dün okuduğum bir haberden kaynaklanmakta. Bütün bu olayların akıbetinde, Başbakan Tatar’ın yaptığı son açıklama bize hükûmet kanadının olaylar sırasındaki retoriğinden vazgeçmediğini ve hâlâ daha ısrarla Akıncı’nın konumunu hiçe saymaya devam ettiğini gösteriyor.[2] Başbakan açıklamasında, Akıncı’nın 25 Kasım’da, Berlin’de Anastasiadis’le görüşmemesi gerektiğini savunuyor ve bunun için 3 farklı sebep sunuyor: Meclisteki çoğunluk partilerin ve Türkiye’nin an itibarıyla Akıncı’ya olan olumsuz görüşleri, cumhurbaşkanlığı seçimlerine çok az bir sürenin kalmış olması ve Rum yönetiminin isteksizliğine rağmen Akıncı’nın çizgisini bozmaya yanaşmaması.
Her ne kadar mevzubahis bu noktaların her biri %100 gerçek olsa da Akıncı’yı bu görüşmeyi yapmak için kalifiye olmaktan nasıl çıkaracaklarını anlamak güçtür.
Mesela meclisteki çoğunluk partiler ve Türkiye noktası; Akıncı ilk seçildiğinde durum farklı mıydı? 2015’in nisan ayında da, meclisteki çoğunluk partiler de Türkiye hükûmeti de, Akıncı’nın rakibi Eroğlu’nu desteklemekteydi. Bu durum o dönem oy veren insanımızın %60’ının oyunu geçersiz mi kılar?
Veya seçimlere çok az kalmış olması; seçim zamanında Akıncı’yı ne kadarlığına seçti ki bu halk? Döneminin son 6 ayında durumu idare etsin, seçime kadar rölantide devam etsin diye mi? Yoksa 5 yıl boyunca, o 5 yılın tamamında da bizi uluslararası arenada temsil etsin diye mi?
Peki ya Akıncı’nın yeni çözüm önerilerine “muhatap olmaması”? Belki de 3 sebep arasındaki en anlaşılabilir olmasına karşın bu da hâlâ Akıncı’nın seçilmiş olduğu görevi yapmasına engel olmak için yeterli bir sebep değildir. Akıncı 2015 propaganda döneminde bağıra çağıra federal çözümü savunmuştur. Halkına bu bağlamda bir söz vermiştir. Bu sözünden dönmesini beklemek “pragmatiklik” değil, Akıncı’ya bu görevi layık görmüş insanları da yok saymak olacaktır.
Son olarak değinmek istediğim; bu yazıyı kuru bir eleştiri olsun diye yazmadım. Kimseye “haddini bildirmek” gibi bir niyetim de yok. Sadece gün geçtikçe kutuplaşan ve cepheleşen bir toplum hâline bürünmemiz beni gerçekten üzüyor. Özellikle de, yazının başında belirttiğim gibi, sırf daha fazla birlik olmamız, birbirimize daha az ön yargıyla ve daha çok hoşgörüyle yaklaşmamız gerektiğine inandığım için bana “karşı” olarak görünen bir hükûmeti savunmaya çalışırken bir anda o hükûmetin kaçtığım bu anlayışla siyaset yapması beni gerçekten de çok üzüyor. Bu yüzden bu yazıda bahsettiklerimin “savunma modun da” değil, anlayışla ve özeleştiriyle okunmasını diliyor, bir gün kutuplaştırıcı söylemlerden ve davranışlardan uzak, temiz bir aytışma ortamına sahip bir siyasete sahip olmamızı umuyorum.
YAZIYA YORUM KAT