Kıbrıs Kültürü’nü ellerindeki hüner ile, hem yurt içinde hem de uluslararası fuarlarda çamura yön vererek çanak, çömlek, vazo, tuzluk dahil bir çok ürünü yapıyor.
Ali CANSU
Ülkemizde belki de onu tanımayan yok. Yerli ve yabancı fuarlarda, okul etkinliklerinde, panayırlarda, Kıbrıs kültürünü çamura verdiği hayat ile tanıtmaya çalışıyor.
Hepimiz gibi o da kolay şekil alan ama üstümüzü başımızı mahveden çamurla oynamaktan büyük keyif almış. O en ünlü seramik sanatçılarından birisi. Yetenekli ve yaratıcı olmasının haricinde bu işin eğitimini almış.
1974 yılından bu yana tam 43 yıldır çamura birbirinden değişik şekiller vererek hayat veriyor.
Bugün Girne’de Karaoğlanoğlu Caddesi’ndeki “Dizayn 74 Pottery” isimli işyerinde çamura hayat veren Hasan Eminağa, çok zorlu, meşakkatli günlerden bugünlere geldiğini anlatıyor. Kuzey Kıbrıs’ta çok şirin bir kasaba olan Girne’de 5 Mayıs 1948’de doğdu. O zaman modern hastaneler yoktu. Evde ebeler doğurtuyordu. Dört kardeştiler ve en büyükleri kendisi idi. Babası o yıllarda şoförlük yapıyordu.
Babasının kamyonu vardı ve sabah yolcu, sonrasında ise yük taşıyordu. Kamyonla yolcu nasıl taşınır deyip şaşırabilirsiniz. Ama babasının sabah yolcu taşıdıktan sonra kamyondan koltukları söküp işçiler mesaisini bitirene kadar taş taşıdığını anlatıyor Eminağa.
Bugünkü Ercan Havalimanı’nın o yıllardaki ismi ile Timbu Havaalanı’nın yapılışındaki taşları Siharivono’dan elle doldurup tabana sermek için taşıyordu. Belki de yarı taşları babasının taşıdığını söylüyor Hasan Eminağa…
“Sabah okula, ardından dükkâna, akşam da nöbete giderdim”
“Biz bir yılda iki sınıfı bitirdik. Bu arada o yıllarda mücahitlik vardı. Bizi mücahit yazdılar. Sabah 08.00 ile 13.00 arası okula giderdim. 13.00’te çıktığım zaman Lefkoşa’daki dükkâna giderdim, akşamüzeri de nöbet tutmaya giderdim. Mücahitlik hizmetlerimi gece nöbetlerimle yapıyordum. 2-3 yıl sonra öğrencilere Türkiye’ye gitme şansı doğdu. Biz de okulumuz lise ayarında olduğu için mezunuz dedik.
Müracaat ettik. Ve bir ufak imtihan yapacaklarını söylediler. Yapı sanattan mezun olanlara daha kolay okula girme şansı vardı. Ankara Teknik Öğretmen, Yıldız Teknik Yüksek Okulu ve Güzel Sanatlar vardı. 20 kişiye yakın öğrenci vardı. Yaptığımız puana göre puan vermişler ki sen sen sen Ankara Teknik Öğretmen, olmadı Yıldız Teknik’i dedik. O da olmadı. Bize Teknik Yüksek Okulu çıktı. Bu okulda ne var dedik. Resim, tekstil, mimarlık, seramik ve iç mimarlık vardı. Bize en yakın çizim ve hesaplamalarımız olduğu için bize en uygun iç mimarlıktı. 30 Ağustos 1968’de Ankara’da kayıt olmaya gittik. 10 ile 15 gün Ankara’da kaldık. Kızılay Meydanı’nda öğrenci derneği vardı. Oraya gittik. Bize dediler ki Siz İstanbul’a kayıtlısınız. İstanbul’a gideceksiniz. Bu arada benim Kıbrıs’taki okulda Türkiye’den gelen İbrahim Çelik isminde bir matematik hocam vardı. Kızılay’da yürürken karşılaştık. Bana, ‘Aaaa Hasan dedi. Hayrola böyle sen’ dedi. Böyle böyle dedim. Bana ‘Sen seramiğe gir. Sende seramik yapma kabiliyeti var’ dedi. Tamam deyip otobüse binip İstanbul’a okula gittik. Bizim içimizde bir şey var ve kendilerine ‘biz bu okulu istemeyiz. Biz Yıldız’ı isteriz’ dedik. Bize dediler ki ‘Kesinlikle size diploma veremeyiz. Ne ise bize gelen talimat onu yapacaksınız’ dediler. Orada da bizi bir imtihan yaptılar. Dediler ki kim daha yatkın ise iki kişi alacağız. Beş bölüm vardı. Oraya 10 kişi gitmiştik. Baktı ki iç mimardan mezun olan arkadaşlardan bir tanesi birden çizdi götürdü. Dediler ki kendisine sen iç mimarlığa girdin. İkincisi de marangoz bölümü mezunu idi o daha yatkındı. O verirken ben daha bitirmeden yerimden kalkıp ‘Hocam ben seramiği seçiyorum’ dedim. Tamam dedi ve beni seramiğe yazdı.
1968 yılının Eylül ayında güzel sanatların seramik bölümüne kaydolduk. Dört yıl orada eğitim gördük.”
“Alman fabrikasından iş teklifi aldım”
1970’te Almanya’ya staj için müracaat ettik. Çünkü, 90 iş günü staj yapma mecburiyetim vardı. 11 fabrikaya müracaat ettiğim zaman bunların 9’undan kabul aldım. Biz de hocalara hangisine gidelim diye sorduk. Bize okuldaki eğitime çok yakın olan porselen fabrikasına gitmemizi tavsiye ettiler. Üç ay ödenekli gittik. Bana saat ücreti olacak 3.65 Mark ödediler. Benim yanımda Almanya biletini kestikten sonra 20 pound vardı. Fabrika bize ayrıca lojman da verdi. Üç ay orada her bölümde stajımı yaptım. Bu arada stajımı yaparken fabrikanın müdürü beni odasına çağırdı ve bana “Bizim sana bir teklifimiz var. Seni biz Almanca öğrenmen için bir yıl lisan okuluna göndereceğiz. Parasını da biz ödeyeceğiz. Sonra da iki yıl seramik teknolojisi okuluna yollayacağız. Ardından fabrikaya seramik mühendisi olacak alacağız. Kabul eder misin?” teklifi yaptı.
Kusura bakmayın diyerek ben memleketime dönmeye karar verdim. Üç ay sonra Türkiye’ye döndüm. Okuluma devam ettim. Her bölüme 13 öğrenci alıyorlardı. 13 öğrencinin 13’üncüsü bendim. Diğer 12 öğrenci Türkiyeliydi. Bunlar yüksek bir elemeden giriyorlardı. Bize biraz mücahit olduğu için hatirigos yaptılar.
Okuldan ilk mezun olan beş kişinin içerisinde ben vardım. Takıntısız haziranda mezun olduktan sonra Kıbrıs’a geldik. 1974’te atölyemi açana kadar Kıbrıs’ta bahçeden çıkardığım ürünler olan domates, salatalık ve marulları arabada seyyar satıcılık yaparak satardım. En sonunda babam bana dedi ki, “Bunları arabada satarık satmasına da bana daha fazla para lazım”…
“Haftada 150 ile 180 TL kazanıyordum”
Girne Belediye Başkanı o yıllarda Rum’du. Babam başkana gidip seyyar satıcılık için izin aldı ve bir yer göstermelerini istedi. O da dedi ki, “Bandabuliya’dan 300 metre dışarıda bir yer bulun. Size oraya izin verelim.”
Biz de bugünkü Bandabuliya’nın 300 metre ilerisinde bir yer bulduk ve altı ayda insana yalan gelecek ama herkes haftada 15 Kıbrıs Lirası para kazanıyordu. Ben haftada 150 ile 180 Kıbrıs lirası temiz para kazanıyordum. Evimi ve atölyemi yapmak için altı ayda altı ton inşaat demiri ve altı bin tuğla aldım. Niyetim ev ve atölye parasını kazanmaktı. 1974’te Temmuz Barış Harekâtı başlayınca yapamadık. Bir iki hafta seferi personel olduk ve kılavuzluk yaptık. Yerli asker istiyorlardı. Çünkü gelen askerlere kılavuzluk yapsınlar diye. O zamanın harekât subayı beni gönderdi ve askerleri taşıdık. Birinci harekâta kadar onlarla beraber devam ettim. İkinci harekât başlayınca bize ihtiyaç olmadı. Bize o zamanın idaresi dedi ki sivil hayata dönmek isteyenler müracaat etsin.
O yıllarda işten anlayanlar turizm bölümüne müracaat etmeleri istendi. Ben arkadaşımla birlikte müracaat yaptık.
Bize, “Bu bölgede seramik ile ilgilenen atölyeler varsa bize bilgi verin” dediler. Biz de Girne bölgesinde dokuz on adet atölye bulduk. Bugünkü atölye 1971 yılında inşa edilmişti. Hem şehir dışı idi hem de park yeri sorunu da yoktu. O zaman öyle düşündük ve o zamanın yönetimi bize burayı tescilledi. Burayı ardından puanlarımızla satın aldık.
13 Ekim 1974’te aynı okuldan mezun olan ben ve arkadaşım Tomrul Tomgüsehan ile birlikte müracaat edip, “İki elmanın yarısı gibi bir birimizi tamamlayarak ortaklık kurduk. 43 yıl var ortak olarak çalışıyoruz. Çok aşamalardan geçtik. İş açısından çok iyi günlerimiz oldu. Hiçbir zaman onunla benim aramda anlaşmazlık olmadı. Onunla olduğum kadar kardeşlerim ile bile hiç bu kadar yakın bir arada olmadım. Atölyede bazı değişiklikler yaptık. İşimizi büyütmek için İngiltere’ye gittik ve fırınlar aldık. Bu şekilde işimizi büyüterek 15 ile 20 kişiye kadar elemanımız oldu. 2004’e kadar devam ettik. 2004’ten sonra bir düşüş başladı ve elemanları durdurmak zorunda kaldık. Bugün bir kişi olarak çalışıyorum. Arkadaşım maalesef rahatsız olduğu için bu işi artık yapamıyor. Üretime katkı koyamıyor. Bina olarak ikiye böldük ve bölüştük.
Orada biz turistik amaçlı hatıra eşyalar, Kıbrıs meyveleri ve resimlerini yaparız. Sürahiler, kül tablaları, tuzluklar, otantik resimlerin çizildiği tabakları elde çizeriz. Bu arada bazı otellere ve restoranlara yoğurt kapları ve sürahiler, yapıyoruz. Üretimimiz eskisi gibi değil.
Atölyeyi açtığımız zaman ismini iki ismimizin başlangıç harfini koymayı düşünmüştük. Ondan vazgeçtik. Ardından Senthillarion Potery diye düşündük. Ondan da vazgeçtik. Biz okulda okurken hocalarımız bir şeyi yaparken dizayn kelimesi kullanırdık. Hem milletlerarası söylenişi de kolay olsun dedik ve 74’ün buluşu şeklinde karar vererek “Dizayn 74”ü o gün iki arkadaş olarak bu isimde karar kıldık.
“Kıbrıs kültürünü yaşatmak istiyorsak gençlere teşvik verin”
Benim önerim, ya Milli Eğitim Bakanlığı ya da başka bir kuruluş, Atatürk Meslek Lisesi’nden kabiliyeti öğrencileri imtihan ile geçtikten sonra, asgari ücretini de devlet teşvik verip ödemesi halinde bir şeyler öğretmek için kendi emeğimi vermeye hazırım. Ama direk al bu kişiyi de öğret denmesi halinde beni mali bakımdan aşar.
Gençlere, üretimi artırsınlar. Eğer Kıbrıs Kültürünü yaşatmak istiyorsak yalnız seramik değil, sanata ilgi göstersinler. Devlet sepetçi, kalburcu, tığ işi, seleci, seramik ve ayakkabıcıya teşvik versin. Nasıl turizme teşvik veriliyor. Buralara da verilsin. Kazanç az olduğu için bu işe girmek istemiyorlar. Bu gibi işleri yapacak olanlara atölye versinler ve dükkândaki ürünü üzerine zimmetlesinler, satamasın. 1-2 yıl sonra kendi yağı ile kendi ciğerini kavurun diyecek kendilerine. Böyle olursa bu kültür yaşar…”
“Üç kızım, beş torunum var”
“Benim üç kızım var. İkisi Bilkent Grafik Tasarım Bölümü mezunudur. Bugün Girne’de Cherry Red Reklam Ajansları var. Diğer büyük kızım ise 1996 yılında burs kazandı ve Amerika’ya gitti. Biyokimyayı bitirdi. Kanser araştırması üzerine de master yaptı. Harward’da 3.5 yıl kalp üzerine post doktorluk yaptı. Eşinin işi dolayısı ile İngiltere’ye gitmek zorunda kaldı. Bugün beş yıl var eşi ve kendisi de İngiltere’de akademisyen olarak araştırmalar yapıyorlar. Bugün iki erkek, üç tane de kız torunum var.”
“Kültürümüze sahip çıkalım”
“El sanatları yok olmaya doğru gidiyor. Bu durumdan büyük üzüntü duyuyorum. Bir toplumun varlığını devam ettirmesinin koşullarından biri kültürünün yaşatılmasıdır. Topluma kültürümüze sahip çıkalım. Çağrı yapıyorum, kültürümüzün yaşatılmasında biz zanaatçılardan ziyade ailelere büyük görev düşmektedir. Benim anne babalara çağrım, çocuklarını bu yönde aşılamalarıdır”…