Küçük yaştan itibaren anne-babamızla geliştirdiğimiz ilişkinin parçalarını ömür boyu taşıyoruz. Aile kiminin zayıf noktası, kiminin de güçlü dayanağı. O yüzden bazıları diğer sağlıklı ve mutlu ilişkilerinin yapıtaşı gibi kullanıyor o parçayı, bazıları da diğerlerini uzaklaştıran keskin bir cam kırığı gibi. Eskiden aileler çocuklarının kendilerinden daha iyi şartlara sahip olmalarını isterlerdi. Her zaman ‘Ben okuyamadım, bari o okusun’ gibi cümleler duyardık. Günümüzde ise anne-babalar genellikle çocuklarının olabileceklerinin en iyisi olması için çabalıyor. Çocuklarının önceliklerini kendi öncelikleri hale getiriyorlar. Aile çocuğu nasıl şekillendiriyorsa, çocuk da olgunlaştıkça ailesini şekillendiriyor. Siz söylemeden anlaşılmayı, empati kurmadan haklı olmayı, emek harcamadan kabul görmeyi, samimi olmadan sevilmeyi beklediğimiz her türlü ilişki tatminsizlikle, hayal kırıklığıyla sonuçlanmıyor mu? Ailenin de kişiyi besleyen, güçlendiren bir yer olabilmesi için ailedeki her bireyin bilinçli olarak bunun için emek harcaması gerekir. Hangi yaşta olursanız olun her ilişki gibi aile ilişkileri de iyileştirilebilir. Değişim bazen denemeye çekindiğimiz bazen de olabildiğine inanmadığımız için gerçekleşmez. Soruna bakış açımız içinde bulunduğumuz durumları değiştirebilme inancımızı da belirler. Kendimizi en karamsar, en sıkıntılı hissettiğimiz günlerde, sadece bu durumun değişebileceğini, her zaman böyle kalmayacağını düşünmek bile değişim olasılığını hatırlatır bize. Kendimize zaman ve alan yaratarak üstesinden gelemeyeceğimiz sorun olmadığına inandığımız sürece başarılı olmamamız için bir neden yok.