Evlilik ve özgürlük

Psikolog Laçin Serhun

Geçmişte yaşanan hemen tüm savaşların temel nedeninin belli bir ırkın belli topraklara sahip olarak kendi ırkını özgür kılmak olduğunu düşünürsek, özgürlük kavramının önemi bir anda tüylerimizi ürperten ve yüzümüze tokat gibi vuran bir gerçeklik haline dönüşür. Toplumsal tarafı bir kenara, özgürlük kavramının bireysel hayatımızdaki yansımasına baktığımızda da uğruna savaştığımız tek gerçeğin aslında bu olduğunu görürüz çünkü en başından beri içimizdeki ses bize ‘’Sen özgürsün ve deneyimlemen için özgür kalmalısın’’ sözlerini fısıldar. Çok küçük yaşlarda ailemizin sözünden çıkma çabalarımız, özgür olmamıza uygulanan dirençten kaynaklanmaktadır.

Ebeveynlerimiz uyku saatimizi sınırlandırmaya çalıştığında uyumak istememek, yemek yedirmeye çalıştıklarında buna direnmek, kendi başımıza giyinmeye çalışmak, koşarak uzaklaşma arzumuz daha sonra birçoğumuzda dışarı çıkma saatlerimizden tutun da okuyacağımız alan, yapacağımız evliliğe kadar dayanan bir özgür kalabilme çabası savaşına dönüşür. Siyasi liderlerimizi seçerken en çok dikkat ettiğimiz kalkınma ve ayaklarımızın üzerinde durabilme faktörleri, halk olarak rahat yaşamaktan ziyade, muhtaç olmama ve toplum olarak özgür olabilme temeline dayalıdır.

Diktatör rejimlerde en büyük şikâyet ve korku duygusu kişisel özgürlüğün kısıtlanmasından kaynaklanmakta değil midir? Sevmediğimiz bir işte çalışmak özgürlük duygumuzu sınırlandırdığı için ağır gelmiyor mu? Peki mesai saatlerinin içinde köle gibi hissedişimiz yine istediğimiz zaman çıkıp gidebilme özgürlüğümüzün olmadığını bilmemizden kaynaklı değil midir? Sevdiğimiz bir işi bile yaparken, tatil günlerini iple çekmiyor muyuz? Bu işten kazandığımız paranın yüklü bir miktarını tatile gitmek ve bir tutam özgürlük tatmak için harcamıyor muyuz? Tüm çabamız her zaman kendi ayaklarımızın üzerinde durup kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmek değil mi? Dışarı çıkarken giydiğimiz giysiyi seçebilmek, istediğimizi alabilmek, istediğimiz yere gidebilmek, istediğimiz yöne sapabilmek, herhangi bir şeyi ‘’isteyebilmek’’ kelimesinin temeli bile özgür olabilmekten geçmiyor mu? Tüm hayatımız özgürlüğümüzün sisteme kurban gitmesiyle savaşmak ve yine yeniden sistemin içinde kendimizi bulmak üzerine kurulmuş bir düzen halinde değil midir?

Korkutucudur ki birçoğumuz özgürlüğümüzü savunan iç sesimizi kaybetmiş ve hayatımızda özgürce yapabileceğimiz seçimleri de sınırlandırıcı ve kısıtlayıcı kalıplara sokmuş bulunmaktayız ve bunun farkında bile değiliz. Bunlardan en önemli ve en korkutucu hale bürünmüş olanı ise: evlilikler. Evliliklerimizin bitmesinin günümüzdeki yegâne sebebi, bu yapının özgürlüğün tam tersi bir kalıba sığdırılmış olmasıdır. Günümüzde evlilikler, evlilik öncesi kurulan ilişkiler ve hatta flört dönemi bile sevgiden tam anlamıyla tezat bir noktada bulunmaktadır. Birbirini çok seven iki insanın hayat boyu birbirlerinin özgürlükleri ve kendi yollarında en iyiye ulaşmaları temeline dayanması gereken ilişki anlayışı, artık benimsin ve benimle birlikte yürümelisin kelepçeleri haline gelmiştir. Karşılıklı aidiyet duygusu insanlık ve sevgiden öylesine uzak bir haldedir ki ilişkide olunan şahısın bir insan olduğundan çok kişiye ait bir mülk muamelesi görmesi, en modern evliliklerin bile bugünkü temelini oluşturmaktadır.

Flört dönemindeki tüm ego savaşları, kimin ipi kimin elinde mantalitesine dayalı ilişki anlayışımız ve sevgi adı altında sevgiden tamamen tezat sahiplenmeler, kişinin doğarken ve hayatı boyunca sahip olması gereken özgür akışının tam tersi olmakla birlikte karşımızdaki insanı kaybetmemizin temel nedeni değil midir? Kısıtlanmaktan bu kadar çok korkar ve özgürlüğümüzü bu denli severken karşımızdakini bu kadar kısıtlamaya çalışmamızın en ironik durum olmasının yanı sıra, neden en sevdiklerimiz, veya sevdiğimizi sandıklarımız en çok hapsetmek istediğimiz, küveze koyup sarıp sarmaladıklarımızdır sorusunu da aklımıza getirmiyor mu?

Buradaki özgürlük karşıtı anlayışımızın nereden kaynaklı olduğunu iyi düşünmeliyiz. Bu durum karşımızdakini gerçekten sevmediğimizden kaynaklı değil midir? Oturtulan bu evlilik tabuları da bize oldukça normal göründüğünden, gerçek sevgiyi bu şekilde benimsemiş ve ilişkimizi bu sebepten ıskalıyor olabilir miyiz? Biraz daha derine inerek açıklamak isterim ki günümüzde ilişkilerimiz karşımızdakinin kaçıp gitme korkusuna dayalı normal kabul edilen bazı temeller doğrultusunda oluşturulmuştur ve kimse bunun ne denli sağlıklı olduğunu sorgulamamaktadır. Evliliklerde temel amaç, biz olabilmek adına özgürlüklerden verilen karşılıklı fedakarlıklar haline gelmiş bir ritüel şeklinde yürütülmeye çalışılmakta ve genellikle iki kişinin ve çoğu zaman bu kişilerden doğan çocukların mutsuzluğuyla sonuçlanmaktadır.

Evliliğin veya ilişkinin yürütülmesi için istenmeden çıkılan zorunlu randevular, mutsuz olunmasına rağmen devam ettirilmeye çalışılan fedakarlıklar, bu düzen devam etsin diye girilen ortak borçlar, ortak hayat ve tam anlamıyla kaçışı zorlaştıracak bir hapis haline gelen evlilik kavramı, tam anlamıyla iki tarafın birbirinin hayatına zorla adapte olma çabası nedeniyle hayattayken ölüme mahkum eder ve maalesef bir noktada patlak vererek boşanmayla sonuçlanır. Oysa gerçek sevginin diğer yüzü özgürlüğe olan anlayış ile, anlayış bir tarafa bu özgürlüğe teşvikle belirir. Aşık olduğumuz insanın hayatında mutlu olabilmesi, yükselebilmesi, hayata geliş amacını gerçekleştirebilmesi ve bu yolda tam destek olabilme arzumuz o kişiye olan sevgimizin yegane göstergesidir.

Bu duygular karşılıklı yaşandığında ise o kişiler zaten birbirlerine ruhen bağlıdırlar ve evlilik onlar için bir sembolden ibaret olur. Günümüzdeki evliliklerin ise bu bağlantıdan uzak olmasının tek nedeni, yapılan evliliklerin, kurulan ilişkilerin, flört döneminin özgürlüğü tamamıyla kısıtlayan bir yapısının oluşmasının biz insanlara çok normal görünmesidir.

Unutmayalım ki özgür olmak insan olmakla aynı anlamı taşımakta, hayatımızın temel taşı olmakla birlikte sisteme köle ola bilemeyecek kadar yüksek bir frekansta yer almaktadır. Bundan sonra gireceğimiz ilişkilerde sevgimizin ego temelli olmadığını anlayabilmemiz adına karşımızdaki insanın özgürlüğüne duyduğumuz içten gelen saygıyı gözlemleyerek, bir toplumun sağlığını kazanmasına ve huzurlu bireyler yetiştirmesine büyük bir katkıda bulunmakla kalmaz, mutluluğunuzun temelini atmış olursunuz. Sevgiyle kalın…