1950’Lİ Yıllardan başlayarak Kıbrıs’ta başta İngiltere olmak üzere uluslararası devletler Akdeniz’deki egemenlikleri adına adayı karıştırmaya başlarlar.
İkinci dünya savaşından sonra kiracısı olduğu adayı kendi çıkarı için İngiliz’e veren Osmanlı’ya Yunanistan’ın tepkisi İngiliz tarafından ‘’Günü geldiğinde size veririz’’ sözü ile geçiştirilmiştir.
Zaman geçmiş İngiltere bu yönde adım atmamıştır. İşte 1950’li yıllarda ada Rumları Kilisede plebisit yaparak adanın Yunanistan’a ilhakı kararı almışlardır. Tabi ki İngiliz’in bu kararı kabullenmesi mümkün değildi. Ada Rumları da bu yönde mücadele etmek için EOKA örgütünü kurmuşlardır.
Bu noktada İngiliz bu adada Rumlar kadar Türklerin da hakkı vardır diyerek Kıbrıs’ta Türkleri da bu yönde hareketlendirecek düzenlemelere gitmişlerdir.
Türkiye bu noktaya gelinceye kadar Kıbrıs konusunda Fransız’dır hatta böyle bir mesele ile ilgilenmek istememektedir. Onalar Ada’yı İngiliz’e vermiş kurtulmuştur.
Adadan bu meseleye dâhil olması için giden tüm Kıbrıslı heyetlere hep sırt çevirmişlerdir. Hatta TBMM’de yaptıkları konuşmalarda ‘’Türkiye’nin Kıbrıs konusu diye bir sorunlarının olmadığını’’ söyleyerek konunun dışında kalmak istemişlerdir. Bu durum ta ki sözde Kıbrıs konusu konusunda taraflar arası Londra’da düzenlenen göstermelik konferansına kadar sürmüştür ve İngiliz’ler Türkiye’yi taraf olmaya bir sonuç bildirgesi ile taraf etmiştir.
Türkiye henüz bir politika oluşturmadan ilk slogan ‘’Kıbrıs Türk’tür Türk kalacaktır’’ sloganı ile adanın tümüne talip olmuştur. Ancak tepkiler üzerine slogan değişmiş ve ‘’Ya taksim ya ölüm’’ olmuştur.
Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki politikası hala daha değişmemiştir. Adadaki tüm çözüm süreçleri hatta Kıbrıs Cumhuriyeti kuruluşu dâhil Türkiye’nin bu emellerine ulaşması için basamak olarak kullanılmaktadır. Burada en kuvvetli delillere 1974 sonrası ulaşmanız mümkündür. O tarihten itibaren adada yaşanacak en küçük gelişme Türkiye’nin çıkarları olduğu sürece mümkün olmuştur.
Kendi istikrarını sağlayıncaya kadar adadaki çözüm konusunda hiçbir çalışmanın içinde olmamış fakat ya taksim ya ölüm politikası doğrultusunda gerekenler yapılmaya başlanmıştır
Önce Kuzey’in nüfus yapısı değiştirilmiş, sonrasında toprak ve mülk yapısı değiştirilmiş ve adada üretim ile ihracat engellenerek ekonomik olarak da işgal edilmiştir. Kıbrıs’lı yedi tekbir getirse bile maalesef işlerine gelmezse Türkiye gümrük duvarını aşamasınız. Türkiye’den gümrüksüz mal ithal edemezsiniz ama Türk Lirası kullandığımız halde enflasyon Türkiye’den düşük çıkar.
Çözüm mü? Türkiye başta AB ve diğer uluslararası güçlerden kendine bir şey almasa hiçbir şeye evet dememektedir. Ciddi örnekleri sıralayalım.
AB ile gümrük birliği anlaşması karşılığı Kıbrıs’ın tek taraflı AB üyesi olmasına müsaade etmiştir.
ANNAN planına evet diyerek AB görüşme sürecinin başlamasını şart koşmuştur. Bu uğurda yılların değişmeyecek lideri dedikleri R. R. Denktaş’ı bile gözden çıkarmışlardır.
ANNAN planı sonrası Uluslararası hukuka giren ada Türklerinin bu alanda kalmalarına müsaade etmemişlerdir.
Plan sonrası yeni çıkarlarına ciddi adım atacak noktaya gelmeden görüşmelerin kesilmesine karşı herhangi bir duyarlılık göstermemiştir.
Akıncı’nın seçilmesi ile birlikte çözüm konusunda ilerlemeden kendi çıkarları için dört ana çıkar sağlamanın peşine düşmüşlerdir
1- Ada’nın enerji kaynaklarından pay almak
2- Ada’ya su getirerek Ada’nın tüm yer altı kaynaklarına ve denetimine ortak olmak
3- AB ile görüşmelerde açılması gerekli çap terlerde tek taraflı Kıbrıs Cumhuriyeti vetosunu kaldırmak
4- Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının vizesiz AB ülkelerine gidişini sağlamak
Bütün bunlar olurken biz Kıbrıslı Türk’ler Ordu gibi sandığa koşarak hiç kendi torunlarımızı düşünmeden Türkiye’nin çıkarlarına hizmet ederek Kıbrıs’ın Kuzeyinde yaşayan insanları hiçe sayacak köle hükümetleri oluşturacak vekilleri seçiyoruz.
Yani Aptal yerine konan küçük çıkarcı manyaklarız galiba.
Türkiye için hala daha Kıbrıs sorunu diye bir sorun yoktur. Türkiye için ta 1950’lerde çizilen ‘’Ya taksim ya ölüm’’ politikaları doğrultusunda Kıbrıs’ın kuzeyindeki egemenliklerini koruyarak Türkiye’nin Akdeniz da dâhil uluslararası gücünü artırmaktır.