Psikoloji karmaşık insan yapısının gelişim ve davranışını açıklayan bir bilim dalıdır. Psikolojide yöntem olarak kullanılan terapi, psikoterapi tekniği bireyin yalnızca problemleri çözümlemek amaçlı değil, kendini tanımak, anlamak, düzeltmek ve potansiyellerini fark edip daha fazla kullanabilmesini sağlamak amaçlı bir yöntemdir. Terapi bireyin yaşamında kaliteli bir yaşam sağlaması açısından önemli ve değerli bir çalışmadır. ABD ve Avrupa’da her birey bir terapistinin olmasına özen göstermektedir. Bunun nedeni ve önemi kişilerin daha sağlıklı bir bedene sahip olmaları, problem çözebilme becerilerini kazanmak veya geliştirmeleri, sosyal uyum becerilerini kazanmak veya geliştirmek, stresle baş edebilmesi, güçlü ve sağlıklı iletişimler kurulabilmesi, verilen kararların keşkeler listesi ile oluşmaması ve yaşamının konforlu bir hale getirilmesidir.
Irwin Yalom, psikoterapinin ikili bir dans olduğunu ve terapinin başarısının terapistin kimliği ile direkt ilgili olduğunu söylemiştir. Öyle ki tedavide çözüm odaklı ve çözüme ulaşmanın en önemli etkilerinden biri terapistin kimliği ve bir diğeri danışanın kararlı olmasıdır. Irwin D.Yalom terapiye cesur insanların devam ettiğini söyler. Terapist ve danışanının çıktığı yolculuk uzun, zorlu ancak bir o kadar da bireyin yaşamına kattığı yetenekler ve farkındalıklar açısından konforlu bir hayata sahip olunması nedeni ile önemli ve anlamlıdır. Psikoterapi kişinin kendini gerçekleştirdiği, bilgilenerek farklı bakış açılarını yakaladığı ve bireysel kalma ile topluma uyum sağlama arasında ki sınır çizgisinde kendine bir yer bulduğu, yaşamına nasıl anlam katabileceği, problemlerle nasıl başa çıkabileceği, verilen kararların istikrarlı ve sağlıklı olabilmesini, kendini gerçekleştirmeyi öğrendiği, toplum ile uyum içerisinde yaşama becerisini kazandırdığı bir içsel çalışmadır.
Bütün canlıların genetik bir kodlaması vardır. Bu da her bireyin genetik faktörler ve çevresel koşullar dışında mizacı bir özelliği olduğunu ortaya koymaktadır; kişi biriciktir ve kimseye benzemez. Örneğin aynı ailede yetişmiş 2 kardeşin birbirinden, her ne kadarda aynı eğitim ve kültürle büyümüş olsa da farklı olması gibi. Göz ardı edilen bu durumun; çevrede kişiye dair beklentilerin bireyle özdeşip özdeşmediği dikkate alınmadan yapılıyor olması bireyde içsel ve kişisel çatışmayı başlatmaktadır. Özellikle bu çatışma ilk olarak ebeveyn ve kişi arasında yaşanmaktadır. Örneğin bir birey resim yapmak isterken matematik çalışmak durumunda bırakılması veya sporcu olmak isteyebilir ama ailesi buna izin vermeyebilir. Çocuk ailesine aittir. Anne ve babasının beklentilerine boyun eğmezse, onların sevgisini kaybedeceğini düşünerek, kendi tercihlerinden vazgeçer. Yapmak istediklerini bastırır. İşte bu bastırılan isteklerin iler ki yaşamda daha fazla çoğalmasıyla, bireyde aile ve toplumun bekledikleriyle, bireyin yapmak istedikleri, arzuları arasında bir çatışma çıkar. Freud bu duruma “Nevrozlar” adını vermiştir. Bu noktada kişi kendini sorgulamaya başlar. “Ben kimim? Ne yapıyorum? Nasıl davranmalıyım? Nasıl davranıyorum?” soruları ile meşgul olurken kendinden memnuniyetsizlik durumu gelişir, ve özgüven yıkımına, ve başarısız veya mutsuz bir birey olma yolunda giderken yaşam çekilmez bir hal almaya başlar. Çok basit görülen bu soruların bireyde yaşam kalitesini, hedeflerini, ideallerini, becerilerini nasıl etkilediğini artık daha iyi tahmin edebiliyorsunuzdur. Kişinin birey olması, bireysel kalma ve birey olduğunu düşünme içgüdüsü ile, topluma ait olma sınır çizgisinde kendine bir yer ararken karşılaştığı güçlükler, farklı duygu ve düşüncelerin çatışması, kültürel farklılıklar ve kültür çatışması, kişilerarası ilişkilerde yaşanan güçlükler, doğru ve yanlışların kişiye özgü değişkenliği, değer yargılarda çatışma, bireylerde “Nevroz” adı verilen psikolojik rahatsızlıkları oluşturur. Nevrotik rahatsızlıklar daha çok kendini bedensel semptomlarla göstermektedir. Örneğin bireyde fizyolojik bir rahatsızlığın olmaması ancak şiddetli baş ağrılarının yaşanması durumu, huzursuz bacak sendromu, şiddetli bulantılar, baş dönmesi, terleme, hızlı kalp çarpıntısı gibi. Burada yaşanan durum bireyde kendi ve çevresi ile yaşamış olduğu çatışmaların baş edememesi durumunda gelişen bir reaksiyon olmasıdır. Daha çok kendini depresyon, kaygı bozukluğu, fobi, obsesyon ( takıntı ) olarak ortaya koymaktadır.
Psikoterapi bireyin kendini tanımasını, problem çözebilme becerisini geliştirmesini, sağlıklı iletişimler kurabilmesini sağlayan, yaşam kalitesini arttıran bir tekniktir. Psikoterapist hangi kuramla çalışırsa çalışsın amaç bireyin yaşamını konforlu kılabilmesi, kişisel gelişimini sağlaması, kendiyle yüzleşmesi ve yeteneklerinin farkında olmasını sağlamak ve uygulayabilmesine, farklı bakış açıları edinebilmesine destek vermektedir.
Freud’a “Kaç çeşit terapi var ?” diye sorulduğunda, “Ne kadar insan varsa, o kadar” diye yanıt vermiştir. Terapist, seanslarında sadece sorduğu sorularla bireyin bilinç alanını genişletir ve bireyin beyin fonksiyonlarını daha fazla kullanmasına yardım eder. Farklı bakış açılarını, farklı alternatifleri ve sorgulamayı, farklı düşünmeyi, olayları yeniden çerçevelemeyi, olayların değil olaylara getirilen yorumların bireyi mutsuz ettiğini öğretirken, ‘Gerçeği Değerlendirme’ ve ‘problem çözebilme ‘yetisinin artması için duygularını, düşüncelerini, sağ duyusunu, mantığını kullanmasını öğretir.
Böylece hedef; bireyin kendini mutlu hissetmesini, yaşamından hoşnut olması ve başarılı bir yaşam sürmesidir.
Sonuç olarak; psikoloji insan davranışı ve duygularını açıklayan bir bilim dalı olması ve Psikoterapi bireyin yaşamını daha ileriye götürebilmesi, “Ben kimim ve ne istiyorum? Nasıl davranmalıyım? Ne kadar bireysel kalabilmeli ve ne kadar topluma uygun davranmalıyım?” sorularına yanıt bulduğu bir ortamdır. ( Yaşamını kendisi için anlamlandırmak, güçlü iletişim kurabilmek, çevre ile uyumu sağlamak, içsel mutluluğa ve bunun sonucunda başarıya ulaşmak, kendini gerçekleştirmek yolunda terapistiyle birlikte çıktığı bir yolculuktur.)