Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki her yerde acı görüyorum… Birçoğumuz, mutluluk ve acının dengesi bozulmuş bir dizi filminde, acıyı sürekli yaşarken mutluluğu sürekli bir yerlerde arar gibi. Acılar karanlık olsalar bile çok güzeller aslında çünkü ruhumuzu büyüten en büyük öğretmenimizdir onlar. Yokluk görmüş bir çocuğun gözleri yaşlı bir kadın gibi bakarken, el üstünde büyümüş bir çocuğun çocuk kalması bu yüzden… Acılarımızla büyüyoruz ve bu yüzden onlarla sınanmaya ihtiyacımız var. Yaşayan her canlının acısı bizim ve yaşanmasınlar istiyoruz ama varlar ve olmalılar da ancak yaşadığımız bu evrende ve bu dönemde dengesizce ve olması gerektiğinden fazla bir haldeler. Mutluluğu ve sevgiyi bastırıyorlar. Belki de bu yüzden acıyı bir öğretmen olarak değil de karşımıza çıkan ve oyunları hiç bitmeyen bir şeytan olarak görüyoruz. Acının bu denli yüksek olduğu bir evrede yaşıyor olmamızın nedeni yaşanan acılardan hepimizin yanlış dersleri çıkarıyor olması olabilir mi?
Çocukluktan başlayarak “Canını yakanın sen de canını yak, sana vurana sen de vur, sakın ezilme” diye büyüyor evlatlarımız. Hayat her evresinde bir tokat vuruyor ve vurduğu o tokada karşımızdakine olmasa bile kendi içimize yerleştirdiğimiz öfke, nefret, kin ve bolca acıya neden olacak karanlık tepkilerle cevap veriyoruz. Birileri onlara, onlar bize, biz başkalarına vurduğumuz için değil mi bu acı? Peki, hangimiz suçluyuz öyleyse? Can yakmayı canı yanmadan öğrenebilen var mı? Ya da bu kadar can yanarken bu evrede acıyla bu denli dengesizce sınanmaktan şikâyet etme lüksümüz? Acıyla beslediğimiz dünyadan dönüp sevgi bekleyemezsek onu değiştirmeyi ve dengelemeyi de aynı sebepten dolayı hayal bile edemeyiz. İşte bu yüzden verecek çok şey var!
Vermeye önce kendimizi affederek başlamalıyız çünkü yaşadığımız bu hayatta ve bu evrede hepimizin bize öğretileni uygulayarak hem kendi canını hem de başkasının canını bolca yaktığı aşikâr. Bunun için suçlu olmadığımızı anlamak adına, hepsini tek tek oturup bir düşünmeli, kabul etmeli, sorumluluğunu alarak, üzüntüsünü sırtlanacak gücü göstererek yüzleşmeli, korkmadan o duyguların en derinine inmeli ve yavaş yavaş o acıları kabullenerek kendimizi affetmeliyiz. Tıpkı ölümün acısını yavaşça anılara bırakışı gibi, yanlışlarımızın bizlerde oluşturduğu değersizlik hissinin ve yanlış çıkarımlarımızın kabullenişle birlikte yavaşça gittiğini ancak bu şekilde görebiliriz. Kimimiz kendisini affedebilmek için onlarla yüzleşme cesaretini göstermeyi göze aldığında üzdüğü ve ulaşabildiği insanlardan tek tek özür diler. Kimimiz kendimizden özür dileriz çünkü kendimizi çok hırpalamışızdır. Kimimiz kimseden özür dilemeden kendi içinde onları kabullenir ve bir kez daha yapmamaya söz vererek kendini affeder. Bu size kalmış ancak kendimizi affetmemiz gerektiğini fark etmemiz ve bunun için her insanın bir adım atmasının gerekli olduğu bir dönemde yaşadığımızı düşünüyorum.
Affetmenin ardından gelen evre ise, saf bir sevgidir. Yavaş yavaş önce kendini sevmeye başlıyor insan… Hem bedenini, hem de ruhunu. Çünkü o biriken acılarla yüzleşmek ve affetmek kolay olmadığından, harcanan çaba insana büyük bir ders veriyor. Alınan derslerle güzelleşiyor ve bir daha aynı süreçleri yaşamak istemediğiniz için adımlarınızı dikkat ve sevgiyle atmaya başlıyorsunuz. Adımlarınızı sevgiyle attıkça da güzelleşmemek mümkün olmuyor. Her adımınızda biraz daha gurur duyuyorsunuz kendinizle. Seviyorsunuz kendinizi… Hem de daha önce hiç sevmediğiniz bir biçimde… Gerçek sevgiyi hatırlayıp, keşfederek… Ve bu en büyük armağanınız oluyor. Sonra o sevgi git gide başkalarına yansıyor ve o zaman verecek ne çok şeyiniz olduğunu, elinizden bunca zamandır çaresiz hissettiğiniz her konuda ne kadar çok şey geldiğini ve yaşadığımız bu evrede buna ne kadar ihtiyaç olduğunu anlıyorsunuz… İçleri korku dolu olmayan ne kadar az insan olduğunu anlamaya başlıyor ve her birine yaptığınız küçücük bir sevgi dokunuşunun gücünün ne denli yüksek olduğunu, o dokunuşun sizden o insana, o insandan başkalarına akışını ve onlara bıraktığı aydınlığı görüyorsunuz. Tıpkı bugüne kadar size yapılan yanlışların önce size, sonra sizden başkasına ve yine size bir şekilde akışını gördüğünüz gibi… Güzellik, mutluluk ve huzur da acıyla aynı oranda akabiliyor, hatta daha da güçlü bir şekilde. Buna şahit oldukça verecek ne çok şey olduğunu daha da anlıyorsunuz. Artık sevmek sizin için cesaret istemiyor çünkü korkulacak bir şey olmadığını, korunacak bir şey olmadığını görüyorsunuz. Siz sevdikçe bir şeyler yoluna giriyor çünkü. Siz sevdikçe karşınızdaki insanın kafası da karışsa onun kalbinde bir yerlere bir tohum ektiğinize sonsuz güveniyor ve bundan emin oluyorsunuz. Size dönüşü olmasa da o kişinin gününün güzel geçeceğini, evine ve işine gidip verimlice üreteceğini, mutlu olduğu için belki birilerine küçük de olsa yardım edeceğini, gülüşüyle birilerinin enerjisini yükselteceğini biliyorsunuz. Ama çoğu zaman size ilk elden dönüyor da… Siz ona, o da belki farkındalığı az da olsa başkalarına bilmeden yardımcı oluyor. Siz böylece beklemeden sevmeyi de öğreniyorsunuz çünkü sevginin aktığını, bir yerlere ulaştığını artık biliyorsunuz. Eskiden karanlığa duyduğunuz inanç aynı şekilde aydınlığa karşı şüphesiz bir şekilde büyüyor. O büyüdükçe siz kendinizi ve dünyayı daha çok seviyor ve daha da ümitleniyorsunuz. Çünkü görüyorsunuz ki küçücük bir insan olarak bu karanlık devir için yapabileceğiniz çok şey var!
Bu yolculuğun neresindesiniz bilmiyorum, ama bugün bir adım atmak için oldukça güzel bir gün… Sizce de öyle değil mi? Hadi hareketlenin, verecek çok şey var!