Yıllardır istikrarlı bir para birimine geçmemiz gerektiğini tartışır dururuz.
Bu yok dolar olsun yok Euro olsun çırpınır dururuz.
Sonra anlarız ki mümkün değil.
Neden mi biz bir alt yönetimiz. Her türlü ekonomik göstergelerimiz bize dikte ettiriliyor. Bu nedenle Merkez Bankası müdürümüz Kıbrıslı olamaz. Tıpkı GKK Komutanı ve Sivil Savunma Başkanı gibi.
1986’dan itibaren ekonomimiz ‘’Ekonomik kalkınma programı ‘’adında paketlerle yürütülüyor.
Bu programdan çıkma şansınız yok. Üstelik her ay bu programa uyacağınıza dair taahhütnamenizi yenilemek zorundasınız.
İddiaya göre bu paket bizim uzmanlarımız ile birlikte hazırlanıyor. Belli ki bazı kişiler bu toplantıya katılıyor, belki bir şeyler de söylüyor ama sonuçta belki da kendilerinden yaşça da bilgi olarak da daha alt seviyedeki TC görevlilerinin isteği gerçekleşıyor.Yani bizim heyet göstermelik. Anladığım kadarı ile sadece Gelirleri artırıcı önlem olarak çalışanın haklarını kısıtlayıcı öneriler ile harçlara yapılacak zamlar ile ilgili öneriler karşı taraf için cazip bulunuyor. Sonrasında da Devlete ait kaynakların özelleştirilmesi ile kurumlarının özelleştirilmesi programa bağlanıyor.
Burada özelleştirme derken öyle uluslar arası özelleştirme diye yanlış anlaşılmasın.Tamamıyle Türkiye sermayesine özellikle yeşil sermayeye devrinin adı özelleştirmedir. Yoksa başka türlü devretmek mümkün değildir.
Muhtemelen yerel seçimler sonrası bu Türkiye’den gelen su konusunun geleceği noktayı da birlikte yaşayacağız. CTP Hükumeti döneminde gelen suyun dağıtımı ve fiyatlandırması konusunda özellikle CTP içinde ciddi tartışmalar yaşanmış neredeyse vekiller, bile bu konuda ikiye bölünmüştür. Sonunda bir uzlaşı yolu bulunarak bu günlerdeki uygulama üzerinde anlaşılmış ve bir yıl içinde gerekli şartnamenin Kıbrıs’ta hazırlanması konusunda uzlaşıya varılmıştır. Sonrası ne CTP hükumeti döneminde, ne UBP Hükumeti döneminde ne de şimdiki Hükumet döneminde konu ile ilgili herhangi bir çalışma yoktur. Kuşlarımdan aldığım bilgiler doğrultusunda şartnamenin Türkiye’de hazırlandığı, ihaleye çıkıldığı ve sonuçlandığı şeklindedir. Sadece uygulanmaya başlaması için zamanlama beklenmektedir.
Bu anlattıklarımın istikrarlı para birimine geçmekle ne alakası var diyeceksiniz.
Yukarıdaki koşullarda yürütülen bir ülke üstelik kendi para birimi da yoksa kullandığı para biriminin esiridir.
Tek yapabileceği kullandığı o para biriminin dalgalanmalarına göre ekonomisini koruma altına alabilmektir. Temelde de koruması gereken çalışanların alım gücünü korumaktır. Çünkü çalışanların alım gücü bu dalgalanmalar nedeniyle aşağıya düşerse esnaflardan başlayarak tüm ekonomi çöker. Üstelik sizin faizler üzerinde düzenleyici yasalarınız yoksa yolun sonunda her şeyin sahibi Tefeciler, Bankalar ve Sermaye sahip olur.
İstikrarlı para birimine geçemeyeceğimize göre yapılacak tek şey var.O da yapılan ekonomik protokole bir madde ilave etmek.
Kullandığımız para birinin istikrarlı bir para birimine karşılık aylık değişen kurlara göre ‘’Türk Lirası kullanım bedeli’ ’olarak Türkiye tarafından ek olarak karşılanması.
Bu sağlandığı takdirde çalışanın alım gücünü korumak amacı ile uygulanan eşel mobil sistemin aylık olarak uygulanmaya konarak çalışanın alım gücünün korunması yönünde yasal düzenleme yapılması.
Bu uygulamanın dışında kurların sabitlenmesi yönünde atacağınız her adım ülkeye ithalatın Türkiye da dahil istikrarlı bir para birimi ile yapılmasından dolayı önce küçük esnaf sonra ithalatçı firmalar iflas edeceklerdir.
Hükümetin son aldığı bu yöndeki tedbirler piyasayı olumsuz etkilemiş ve ellerindeki stokların dışında mal getiremez duruma sokulmuştur. Gidişat kötüdür.
Türk Lirası kullanmanın bedelini niye hep biz ödeyelim.
Hem Türk Lirası kullanacağım hem ekonomim dahil her şeyi Türkiye yönetecek ama sıra bedel ödemeye gelince hep Kıbrıslı halk ödeyecek..
Tabi istemesini bilecek kadar cesur olmayan veya olamayan Hükümetler bunu başaramaz. Yoksa koltuğa oturup teslimiyetçi olmak en kolayı mıdır?
Unutmayın bedeli ödemek mecburiyetinde olan Kıbrıslı değildir.