Veziroğlu: “Hepimiz kusurluyuz… Devletin bir kabahati yok”
“Devletimizi iyi bir duruma getiremedik. Bunda hepimiz kusurluyuz. Seçmenimiz de, politikacımız da” ...
Kıbrıs Türkü’nün bağımsızlığına yürekten inanmış, bu uğurda mücadele etmiş eski bakan ve milletvekillerinden Fuat Veziroğlu, KKTC’ye olan inancını kaybetmedi ancak yapılması gereken ama yapılmayan çok şey olduğunu düşünüyor. Veziroğlu, “Devletin bir kabahati yok. Devlet bir tüzel kişiliktir. Bir devlet iyi olur, kötü olur, başarılı olur, başarısız olur, bunları insanlar sağlar” görüşünde.
“Türkiye söyler biz yaparız” zihniyetinin esas kabahatlisinin ise Kıbrıs Türkü olduğuna inanan Veziroğlu, “Türkiye’nin şu ya da bu görevlisinden gelen taleplerin haklı olanlarına evet, haksız olanlarına hayır dense durum çok farklı olurdu” diyor.
TMT günlerinden itibaren Kıbrıs Türk halkının varoluş mücadelesinde yer alan, siyasi duruşu kadar keskin kalemiyle de dikkat çeken eski politikacı, gazeteci, yazar ve hukukçu 83 yaşındaki Fuat Veziroğlu, aktif görev yaptığı Türk Cemaat Meclisi’nden KKTC’ye uzanan siyasi gelişmeleri ve bağımsızlık ilanı sonrasını TAK’a değerlendirdi.
“BAĞIMSIZ TÜRK DEVLETİ 1974-75’TE GÜNDEME GETİRİLDİ”
Soru: 15 Kasım 1983’e nasıl gelindi?
Kıbrıs’ta bağımsız Türk devleti, Rauf Denktaş tarafından 1974-75’te gündeme getirilmişti. Denktaş daha o zaman, Barış Harekatı’ndan bir süre sonra Türkiye’yi bağımsız bir Türk devleti için ikna etmeye çabaladı ama olmadı. Türkiye doğrudan doğruya devlet kurulmaması, müzakereye imkan tanınması ve bir federe devlet kurulmasından yanaydı. Ve böylece Denktaş’ı Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni kurmaya ikna ettiler.
Yıllarca devam eden görüşmelerde hiçbir sonuç elde edilemeyince Denktaş, 1983 başlarında halkı bağımsız devlet konusunda yeniden harekete geçirmeye başladı. Yani bağımsız devlet tohumlarını ekmeye başladı. Kasım 1983 öncesine bakıldığında, Denktaş’ın muazzam kalabalıkların toplandığı mitingler düzenlediğini görürüz. Bir rüzgar halinde başlayan bu hareket, yavaş yavaş fırtınaya, sonra da kasırgaya dönüştü.
“RUM ÖNERİLERİ TÜRKLER İÇİN BİR İDAM FERMANI GİBİ BİR ŞEYDİ”
Soru: Fırtınaya nasıl dönüştü bu hareket?
Rum tarafı Mayıs 1983’te Kıbrıs meselesini BM gündemine koydurdu ve konuşulmasını istedi. Meclis’ten bu toplantıyı izlemek üzere görevlendirilen milletvekillerinden biri de bendim. Gruplara ayrılarak bazı devletlerin BM bürolarıyla temasa geçip, derdimizi anlatmaya çalıştık. Aralarında Glafkos Klerides’in de olduğu Rum heyetle tesadüfen karşılaşıp, sohbet edince 1974’ten önceki görüşlerinin aynen devam ettiğini gördüm. BM’ye sunmak üzere hazırladıkları öneriyi bize gösterdikleri öneri, Türkler için bir idam fermanı gibi bir şeydi. Bu görüşümü onlarla da paylaştım. Nitekim bu öneriyi daha sonra onlar değil ama bağlantısızlar diye bilinen Cezayir, Küba ve Zimbabwe sundu genel kurula. O konuşma sırasında, dayanamayıp, “Kıbrıs sorununu Zimbabwe ile mi halledeceksin yoksa bizimle mi” diye çıkıştım. “Gelin Kıbrıs Türkleri ve Rumları burada buluşalım ve her iki tarafı da tatmin edecek müşterek bir karar tasarısı sunalım” teklifime yanıt Galanos’tan geldi: “Tanınmış bir devlet olmanın avantajlarından asla vazgeçmeyiz.” Nitekim onların hazırlayıp, alakasız 3 ülkenin sunduğu karar tasarısı önerisi genel kurulda kabul edildi. Meselenin BM gündemine alınması için müracaatı onlar yaptı ama önergeyi bu ülkeler sundu. Kıbrıs’ta bu karara tepkiler muazzam oldu.
“‘BAĞIMSIZLIĞA DESTEK VERELİM’ ÖNERİM REDDEDİLİNCE TKP’DEN İSTİFA ETTİM”
Soru: Adaya dönünce siz ne yaptınız?
New York’ta Rumlarda hiçbir zihniyet değişikliği olmadığını görünce, adaya gelir gelmez partime, TKP’ye gittim ve Denktaş’ın ayrı devlet kurma faaliyetlerine destek vermemiz gerektiğini söyledim. Benim talebim üzerine toplanan parti meclisinde, ilke olarak federasyonun desteklendiğini ancak bir uzlaşma ihtimali belirmediği takdirde, başka çözümlere de açık olunacağına ilişkin ifadelerin yer aldığı TKP’nin 1981’deki seçim bildirgesini hatırlatarak, karşı taraf federasyona yanaşmadığına göre biz de akıntıya karşı kürek çekmek yerine, halkla birlikte Denktaş’a destek olalım dedim. Hatta bağımsız devlet ilanı konusunda bayrağı Denktaş’ın elinden alalım önerisinde bulundum. Oylama oldu. 1 ya da 2 oy farkla benim teklifim reddedildi. Ziya Rızkı ve İsmail Bozkurt’un çekimser kalması üzerine çok canım sıkıldı. “Eğer ben derdimi Ziya Bey ve İsmail Bey’e anlatamadıysam, benim artık TKP’de yerim yoktur” dedim ve Mayıs 1983’te TKP’den istifa ettim. O günden itibaren Denktaş’a cumhuriyet ilanı konusunda gazete köşe yazılarımda da destek vermeye devam ettim.
“O BEKLEDİĞİN CUMHURİYET 15 KASIM’DA KURULACAK”
Soru: Bağımsızlık ilan edileceğini nasıl öğrendiniz?
Ekim ayı içindeydi, Denktaş bir gün beni çağırdı ve “O beklediğin cumhuriyet kurulacak. Ve sana bir sır veriyorum. Bu cumhuriyet 15 Kasım’da kurulacak” dedi. “Niçin 15 Kasım?” diye sorunca da “Geçitkale çatışmalarının yıl dönümü nedeniyle” dedi. “Ne yapacağım ben” diye sorunca, ayrıntıya girmeden, “güvendiğin, çok samimi olduğun bazı milletvekillerine açabilirsin” yanıtını aldım. Ve ben de 2 kişiye bilgi verdim: Ekrem Ural ve Gözay Halim’e. Sonradan öğrendim, benim yanım sıra aynı bilgiyi ekim ayında İsmet Kotak’a da vermiş. İsmet Kotak da gitmiş ve İsmail Bozkurt’a söylemiş. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda elçilikteki resepsiyonda tanıştığım ABD Büyükelçisi, “Biliyorum ayrı bir devlet kuracaksınız ama zamanını bilmiyorum” diyerek ağzımı yokladı. Baskı kurup önlemeye çalışacağını düşündüğümden “Evet kuruyoruz... Gelecek yıl bugünlerde” yanıtını verdim. 14 Kasım’da Cumhurbaşkanlığı’nda yemeğe davet edildik.
“O GECE BASKI, TEHDİT YAPILDIĞI İDDİA EDİLİYOR. ÖYLE BİR ŞEY YOK”
Yemekte CTP Milletvekili Naci Talat ile yan yana oturuyoruz. Biraz yiyip içtikten sonra Denktaş, cumhuriyetin ertesi gün ilan edileceği haberini verdi. Denktaş, “Şu andan itibaren dış dünyayla bütün ilişkimiz kesilmiştir. Telefon, telgraf ya da başka bir araçla dış dünyayla temas kurmanız mümkün değil. Yarın meclis toplanacaktır. Devlet ilanına isteyen olumlu, istemeyen olumsuz oy verir. Fakat olumsuz oy verenler, oluşacak kurucu mecliste yer almayabilirler” dedi.
Soru: Denktaş’ın yemekte “bağımsızlığı reddedenlerin bu sistemde yeri olamayacak” şeklinde kendilerini tehdit ettiğini iddia edenler var...
Kurucu deyip demediğinden emin değilim ancak bir devlet kurulurken, kurucu meclis kurulduğundan, Denktaş’ın o sözlerini kurucu meclis anlamında aldım... Tabii, o gece baskı yapıldığı, aleyhte oy verirlerse hiçbir yerde yer alamayacakları yönünde tehdit aldıklarını iddia edenler var. Öyle bir şey yok. Yer almayabilirsiniz dedi. Devlette, ya da mecliste. Kesinlikle olmayacaksınız diye bir ifade yok.
“ÖZKER HOCA BENDEN ÖNCE İMZA ATTI”
Soru: Ertesi sabah neler oldu?
Bağımsızlık Bildirgesi ertesi günü Meclis toplantısından önce imzaya açıldı. İmzaya gittiğimde, Özker Hoca’nın imzalayıp imzalamadığını sorduğumda “çoktan” yanıtını aldım… Genel kurulda da Bağımsızlık Bildirgesi okunduktan sonra Nejat Konuk onaya sundu ve ayakta onaylamamızı istedi. İlk defa böyle bir şey oldu. 15 yıl parlamentoda milletvekilliği yaptım, ayakta oylama hatırlamam. Hep beraber ayağa kalktık.
“BİLDİRGENİN İLK ŞEKLİNİ BEN KALEME ALDIM AMA YÜZDE 90 DEĞİŞTİRİLDİ”
Soru: Bağımsızlık bildirgesini kim kaleme aldı?
İlk şeklini ben kaleme aldım fakat daha sonra Türkiye’nin yolladığı ünlü hukuk profesörü, siyasetçi Turhan Feyzioğlu benim hazırladığım metinde yüzde 90 değişiklik yaptı. Benim hazırladığım metin, benim olmaktan çıktı.
Soru: Ne değişti bildirgede?
En önemli değişiklik şuydu. Bu devletin, Rumlarla müzakere yapılıp, bir çözüm bulunmasına engel teşkil etmediği anlamına gelen bir madde eklendi. Benim yazdığımda böyle bir ifade yoktu.
“DENKTAŞ EVREN’E ‘BAĞIMSIZIK İLANI SENİN DÖNEMİNDE OLURSA OLUR’ DEDİ”
Soru: Denktaş Türkiye’yi nasıl ikna etti sizce?
Tabii bizim Türkiye’nin onayını almadan bağımsız devlet ilan etmemiz pek mümkün değildi. Türkiye bile bizi tanımazsa, yokuz demek olacaktı. Türkiye’de kasım veya aralık içinde seçim olacak ve askeri idare sona erecekti. Kenan Evren’e “Bağımsızlığın ilanı senin döneminde olursa olur. Seçimle gelecek bir iktidara bunu kabul ettiremeyeceğiz. Ya da ikna etmemiz uzun zaman alacak” diye baskı kuran Denktaş, uzun uğraşlardan sonra Kenan Evren’i ikna etti. Nitekim daha sonra seçimle iktidara gelen Turgut Özal, “Kıbrıs meselesi başımızda derttir. KKTC’yi kucağımda buldum. Denktaş, bir boğa gibi Türkiye’yi boynuzlarından tuttu, istediği yere götürüyor” dedi.
“AKTİF POLİTİKAYI BIRAKTIM”
Soru: TKP’den istifa ettikten sonra ne yaptınız?
1983 Mayıs’ında TKP’den istifa ettikten sonra, KKTC ilanından önce UBP’den bazı arkadaşlar onlara katılmamı teklif etti. Daha düne kadar çok sert eleştirdiğim UBP’ye katılırsam, benim için intihar olacaktı. Beni kabul etmeleri de siyasi ahlaka uymazdı. Bağımsız devlet ilanının ardından Ekrem Ural ve bazı arkadaşlarla birlikte Kıbrıs Demokrasi Partisi adı altında bir parti kurduk. Maddi imkânsızlıktan dolayı bu işi uzun süre götüremedik. Baktık, gördük olmayacak, 1985 seçimlerine girmeyerek, aktif politikayı bıraktık.
“HEPİMİZ KUSURLUYUZ… DEVLETİN BİR KABAHATİ YOK”
Soru: KKTC’nin 35 senede geldiği durumu nasıl değerlendirirsiniz? KKTC niye tanıtılmadı?
Türkiye’nin böyle bir gayreti yok. Bizde de birlik halinde KKTC’yi tanıtma gayreti yok… Biz Kıbrıs Türkleri, Kıbrıs Türk politikacıları da devletimizi iyi yönetemiyoruz. Devletimizi iyi bir duruma getiremedik. Bunda hepimiz kusurluyuz. Seçmenimiz de, politikacımız da. Yani devletin bir kabahati yok. Devlet bir tüzel kişiliktir. Bir devlet iyi olur, kötü olur, başarılı olur, başarısız olur, bunları insanlar sağlar.
Size bir örnek vereyim. Bugün en önemli sorun nedir, zamlar. 1983’ten beri iktidara gelip de zam yapmayan hiçbir parti yoktur. Hepsi yaptı. Kimi daha az, kimi daha fazla yaptı. Ancak CTP iktidarda ise ve zam yapar, UBP karşı çıkar ve “zamları geri al” der. UBP iktidara geçer ve zam yaparsa, CTP sokaklara dökülüp, zamların geri alınmasını ister. Böylesi bir kısır döngü söz konusu. Bu doğru bir şey değil. Yapılması gereken çok şey var ama yapılmıyor.
“30 SENEDİR KAMU REFORMUNDAN BAHSEDİLİYOR... İYİLEŞME DEĞİL KÖTÜLEŞME OLDU"
Soru: Nerede hata yapıldı?
Bunu da örnekle anlatayım. 1980 yerel seçimlerinde CTP ile TKP iş birliği yaptık. En az 7-8 defa Güzelyurt’a gidip CTP’nin adayı Mehmet Civa’nın lehinde propaganda yaptım. O zaman CTP ile mutabakatımız vardı. Üçlü kararnameyle partizanlık yapan UBP’ye karşı bir seçim kazanılması halinde müsteşarlar hariç diğer üst kademe yöneticilerini üçlü kararnameden çıkarıp, Kamu Hizmeti Komisyonu’na devredecektik. Bugün gazete okudum, kamu reformu yapılacakmış. Ne kamu reformu? Her partinin, istinasız hepsinin, 30 senedir kamu reformundan bahsettiğini duyarım ama bu sürede kamuda vatandaşın işlerinin görülmesi açısından iyileşme değil kötüleşme görüyorum. Bir daireye giderim, 20 senedir o işi yapar. İşimi yapacağına yokuşa sürer.
“TOPAL ÖRDEK GİBİ BAKANLIK KOLTUĞUNA OTURMAM”
Soru: KKTC’nin ilk hükümetinde yer aldığınızı biliyoruz. O günler nasıldı?
Kurucu Meclis kurulduktan sonra Denktaş bana “Kimi başbakan yapalım?” diye sordu. “Ben ve benim gibileri hariç tut” dedim. “Niçin?” deyince “sivri isimleriz” dedim ve kolay diyalog kuran, yumuşak huylu Nejat Konuk’u önerdim. O da beni kabineye koydu. “Topal ördek gibi bakanlık koltuğuna oturamam” diyerek reddettim. “Meclis’te kalacağım” dedim. Israr edince Denktaş’a gidip kararı yineledim. O da “Meclis’te bırakırsa seni, kendisini bombardımana tutacağın için kabinede yer verdi sana. Geçici bir dönemdir. Israr etme kabul et” dedi. Kabul ettim. Bana hangi bakanlığı istediğimi sordular. Ben de arkadaşlar seçsinler, en son kalanı ben alırım dedi. Ve böylece hukukçu olan bana Ticaret ve Sanayi Bakanlığı kaldı. Ticareti, sanayiyi benden iyi bilen insanlar var, niye almadılar bu bakanlığı diye sorunca yanıt yine Denktaş’tan geldi: “Kimse tüccarla kavga etmek istemez, bu nedenle kabul etmediler.” Ve böylece ben de kabinede yer aldım. Bakan olduktan bir yıl sonra da istifa edip, ayrıldım.
“ANLAŞMA EMPOZE ETMEYE ÇALIŞTILAR”
Soru: Neden istifa ettiniz?
Ticaret ve Sanayi Bakanı olarak Türkiye’ye gidip, her yıl yapılan iş birliği protokolünü imzalamam gerekti. İlk defa gidiyorum diye yanıma 1-2 tane de bakan verilir. Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Abdullah Tenekeci’yle toplantıya girdik. “Bu iş rutin bir şeydir. Her yıl yapılır. Bir şey hazırladık” deyip imzalamam için önüme bir kağıt koydular. “Bizi protokolü müzakereye çağırdınız, şimdi okumadan imzalamamı istiyorsunuz” diyerek karşı çıktım ve madde madde okumaya başladım. Bazı maddelere onay verirken, bazılarına karşı çıktım. Karşı çıktıklarım arasında bir madde vardı ki, iki devletten birinde belli bir konuda büyük bir yatırım varsa, diğer devlet o yatırımı yapmaz deniliyordu. Tenekeci’ye “Biz küçük bir devletiz ve büyüğe karşı büyüğü korumamız lazım. Siz küçüğe karşı büyüğü koruyucu bir ifade kullandınız burada. Mesela Türkiye’de Coca Cola varsa, Ramiz Manyera Bel-Cola’yı büyütemeyecek. Bunu kabul edemem” dedim.
“KAFA TUTTUM İMZA ATMADIM. ARKADAŞLARIM DA KAFA TUTSAYDI DEĞİŞECEKTİ”
Bu karşı çıkışımdan dolayı bozulan Tenekeci toplantının sonuna doğru “Amerikalı ve İngilizlerle anlaşan bizler, sizinle anlaşamayacak mıyız?” diye sorunca, “Onlarla anlaşıyorsunuz ancak önce müzakere yapıyorsunuz. Bana ise önceden hazırladığınız bir metin empoze etmeye çalışıyorsunuz. İkisi farklıdır” dedim. Bir neticeye varamayacağız diyerek toplantıyı bitirdi. Otele döndükten birkaç saat sonra Tenekeci’nin danışmanı geldi ve ben ayrıldıktan sonra tamamlanan anlaşmaya benimle birlikte gelen bakanların imza attığını söyledi. Hatta benden de anlaşmaya imza atmam istendi. Ben reddettim. Adaya geldikten sonra konu Bakanlar Kurulu’na geldi. Yürürlüğe girmesi için Bakanlar Kurulu’nda oy birliğiyle kabul edilmesi lazımdı. Ben yine onay vermedim. Dosya rafa kalktı. Şiddetli bir grip geçirip katılmadığım bir Bakanlar Kurulu toplantısında o anlaşma onaylandı. Oy birliği olmadan. Ben de “Koltuk için değil hizmet için buradayım” deyip istifamı sundum…
Bazı çevreler, “Türkiye söyler, biz de yaparız” diyor. Ben buna katılmam. Türkiye’nin devlet olarak ben emredeceğim, Kıbrıslılar da yapacak diye bir politikası yoktur. Ben kafa tuttum, imza atmadım. Benim arkadaşlarım da kafa tutup, imza atmasaydı, değişecekti.
“TÜRKİYE SÖYLER BİZ YAPARIZ ZİHNİYETİNİN ESAS KABAHATLİSİ BİZİZ”
Soru: Türkiye ile ilişkiler daha sağlıklı olabilir mi diyorsunuz?
Yani Türkiye bizden haklı bir şey istediğinde tabi ki evet diyeceğiz. Ama yanlış bir şey görüp, ona karşı çıkmak, Türkiye düşmanlığı değil ki... Eğer bizim siyasilerimiz ve kamu görevlilerimiz, Türkiye’nin şu ya da bu görevlisinden gelen taleplerin haklı olanlarına evet, haksız olanlarına hayır dese bu durum olmazdı. Türkiye söyler biz yaparız zihniyetinin esas kabahatlisi biziz.
Ne demek istediğimi, yine bir deneyimimi paylaşarak açıklayım. Kurucu meclis henüz oluşmadan önce başkanlığını yaptığım hukuk komitesine Türkiye Büyükelçiliği personelinin gümrüksüz araba almasına imkan sunan bir tasarı geldi. Elçilik her personele 2 veya 3 adet gümrüksüz araba alınmasına imkanı sunulmasını istiyordu. Hükümet araba sayısını bir eksilterek hazırladı. Hukuk Komitesi’nden geçti, kanunlaştı. Büyükelçilik taleplerinin aynen kabul edilmemesinden rahatsız olunca, hükümet, hukuk komitesi yaptı diyerek beni işaret etti. Elçi aradı beni ve rahatsızlığını dile getirdi; “40 yılda bir şey istedik yapmadınız” dedi. Ağır bazı laflar söyledi bana. Öfkelendim ve telefonu yüzüne kapattım. Daha sonra bir mektup yazdım kendisine ve tasarının hükümetten geldiği gibi geçtiğini belirttim. Ayrıca telefonda bana yaptığı hakaretten duyduğum rahatsızlığı söyleyip, özür dilemesini istedim. Aksi takdirde Ankara’ya şikayet edeceğini belirttim. Ertesi gün beni arayıp, özür diledi…
“TİCARET ATAŞESİNİN YÜZÜNE TELEFON KAPATTIM”
Ticaret ve Sanayi Bakanı olduğum zaman da benzeri bir şey yaşadım. O zaman muazzam portakal ihracatı yapıyorduk. Dolandırıcılığı engellemek için firmalara devlet kota verir, onlar ihracat yapardı. Türkiye’nin bir ticaret ataşesi beni arayıp, şu firmaya niye kota vermediniz diye sordu. “Seni ne alakadar eder. Bu işe karışmak senin haddine değil. Bir kere daha beni aramayın. Beni ararsa ancak elçi arayabilir sen değil” deyip telefonu yüzüne kapattım.
HABERE YORUM KAT